İngilizce içindeki lived ne anlama geliyor?

İngilizce'deki lived kelimesinin anlamı nedir? Makale, tam anlamını, telaffuzunu ve iki dilli örneklerle birlikte lived'ün İngilizce'te nasıl kullanılacağına ilişkin talimatları açıklamaktadır.

İngilizce içindeki lived kelimesi oturmak, ikamet etmek, yaşamak, yaşamak, hayatta olmak, sağ olmak, hayatta olmak, hayatta kalmak, sağ kalmak, varlığını sürdürmek, yaşamını sürdürmek, canlı, canlı, naklen, canlı olarak, sönmemiş, hakiki, elektrik yüklü, elektrikli, cereyanlı, oyunda, canlı, canlı olarak, naklen, geçinmek, hayatın tadını çıkarmak, hayattan zevk almak, yaşam sürmek, ömür sürmek, ömür geçirmek, deneyimlemek, deneyim yaşamak, hayat yaşamak, hayat sürdürmek, ayrı yaşamak, unutmak, yaşamak, oturmak, ile geçinmek, ile geçimini sağlamak, sonsuza kadar yaşamak, sonuna kadar yaşamak, oturmamak, yaşamamak, gerçekleştirmek, görüp geçirmek, -e uygun yaşamak, canlı yayına bağlanmak, yaşayarak öğrenmek, yaşadıkça öğrenmek, hoşgörülü olmak, karı koca hayatı yaşamak, karı koca gibi yaşamak, ile yaşamak, ile hayatta kalmak, lüks içinde yaşamak, gününü gün etmek, eğlenmek, canlı müzik, tehlikeli bir hayat sürmek, canlı yayın, canlı gösteri, birlikte yaşamak, beraber yaşamak, ile yaşamak, yaşasın anlamına gelir. Daha fazla bilgi için lütfen aşağıdaki ayrıntılara bakın.

telaffuz dinle

lived kelimesinin anlamı

oturmak, ikamet etmek

intransitive verb (reside)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
Luca lives on the second floor.
Leman, ikinci katta oturuyor.

yaşamak

intransitive verb (manage your life)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
Two full time jobs is no way to live.
İki tam zamanlı işte çalışmak iyi yaşamak değildir.

yaşamak, hayatta olmak, sağ olmak

intransitive verb (be alive)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
The king is not dead! He lives!
Kral ölmedi! Yaşıyor.

hayatta olmak, hayatta kalmak, sağ kalmak

intransitive verb (remain alive)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Yes, he still lives. He must be ninety years old.
Doksan yaşında olduğu halde hâlâ hayattadır.

varlığını sürdürmek, yaşamını sürdürmek

intransitive verb (exist)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Cockroaches have lived for millions of years.
Hamamböcekleri, milyonlarca yıldır varlıklarını sürdürmüşlerdir.

canlı

adjective (living)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
We bought live crabs for dinner.
Akşam yemeği için canlı yengeç aldık.

canlı, naklen

adjective (broadcast: direct) (yayın)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Is this broadcast live or pre-recorded?

canlı olarak

adverb (perform: in front of people) (gösteri, vb.)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
The comedian loved performing live.

sönmemiş

adjective (coals: burning) (kömür, vb.)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Don't touch the coals from the fire; they are still live.

hakiki

adjective (weapons) (mühimmat, vb.)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
In training, the army uses blanks instead of live ammunition.

elektrik yüklü, elektrikli, cereyanlı

adjective (electrical: with current)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Don't touch the wires; they are still live with electricity.

oyunda

adjective (sports: in play) (top, vb.)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
The ball was still live because it had not gone out of bounds.

canlı

adjective (audience: present at performance) (seyirci)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
The comedian loved performing in front of a live audience.

canlı olarak, naklen

adverb (broadcast: direct)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
We are broadcasting live from the scene of the protest.

geçinmek

intransitive verb (subsist)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
Many people around the world live on less than a dollar per day.

hayatın tadını çıkarmak, hayattan zevk almak

intransitive verb (enjoy life)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
You can't work all your life; you have to live!

yaşam sürmek, ömür sürmek, ömür geçirmek

transitive verb (lead a certain life)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Many monks live a Spartan life.

deneyimlemek, deneyim yaşamak

transitive verb (experience)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
He still lives the war in his imagination.

hayat yaşamak, hayat sürdürmek

transitive verb (way of life)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
He lives a moral life, as he speaks a moral life.

ayrı yaşamak

phrasal verb, intransitive (not cohabit)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
They are still married, but they live apart, in different towns.

unutmak

phrasal verb, transitive, separable (informal (embarrassment: get over) (kötü bir olay, utanç, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
His friends ensured that he could never live down the day he accidentally wore his sister's pants.

yaşamak, oturmak

phrasal verb, intransitive (reside in your workplace) (çalıştığı yerde)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The hotel staff live in so they don't have to travel home after work.

ile geçinmek

phrasal verb, transitive, inseparable (survive on, be supported by)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The widow lives off her late husband's pension and Social Security checks.

ile geçimini sağlamak

phrasal verb, transitive, inseparable (use for money)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
My mother gives me a monthly allowance but I couldn't live on just that.

sonsuza kadar yaşamak

phrasal verb, intransitive (continue to exist indefinitely)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Although a great performer has died today, his memory will live on.

sonuna kadar yaşamak

phrasal verb, transitive, inseparable (live for the duration of)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
She lived out her last years in the same small town.

oturmamak, yaşamamak

phrasal verb, intransitive (US (domestic, etc; not reside in house of employer) (çalıştığı yerde)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Granddad's caregiver lives out, but she spends 12 hours a day at his home.

gerçekleştirmek

phrasal verb, transitive, inseparable (enact, fulfill) (hayallerini, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
He urged his students to live out their dreams.

görüp geçirmek

phrasal verb, transitive, inseparable (experience or endure)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Our grandparents lived through the War and know what it is like to lose everything.

-e uygun yaşamak

phrasal verb, transitive, inseparable (informal (be as good as)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
She made every effort to live up to her ideals.

canlı yayına bağlanmak

intransitive verb (be broadcast directly, go on air)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The new website went live last week.

yaşayarak öğrenmek, yaşadıkça öğrenmek

verbal expression (gain knowledge and experience)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Live and learn is my motto; we all learn from our own mistakes. I never knew that was possible! Well, you live and learn.

hoşgörülü olmak

verbal expression (be tolerant of others)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Those two men used to fight a lot, but now they have decided to live and let live.

karı koca hayatı yaşamak, karı koca gibi yaşamak

verbal expression (cohabit as a couple)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
They might as well be married; they've been living for years as husband and wife.

ile yaşamak

(figurative (take as a rule for life)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Never give up is a good rule to live by if you hope to have success in life.

ile hayatta kalmak

(use for survival)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

lüks içinde yaşamak

verbal expression (live extravagantly)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
They lived high while in Thailand because everything was so cheap there.

gününü gün etmek

verbal expression (slang (lead hedonistic life)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Live it up while you are still young and beautiful.

eğlenmek

verbal expression (slang (celebrate extravagantly)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
It's all right to live it up once in a while; a few beers won't hurt you.

canlı müzik

noun (performance by musicians)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
There's something special about seeing live music instead of just listening to a recording.

tehlikeli bir hayat sürmek

verbal expression (informal, figurative (take risks)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Louise likes to take risks and live on the edge.

canlı yayın

noun (tv, radio: live broadcast)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
I prefer edited programs rather than live shows.

canlı gösteri

noun (stage: live performance)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
This tape was recorded at his live show in New York.

birlikte yaşamak, beraber yaşamak

(share a home)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I once lived with someone who would never wash the dishes.

ile yaşamak

(accept or endure: [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
His disease is incurable - he'll just have to live with it.

yaşasın

expression (cheer in support)

(ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.)
The crowd shouted with one voice: "Long live the king!".

İngilizce öğrenelim

Artık lived'ün İngilizce içindeki anlamı hakkında daha fazla bilgi sahibi olduğunuza göre, seçilen örnekler aracılığıyla bunların nasıl kullanılacağını ve nasıl yapılacağını öğrenebilirsiniz. onları okuyun. Ve önerdiğimiz ilgili kelimeleri öğrenmeyi unutmayın. Web sitemiz sürekli olarak yeni kelimeler ve yeni örneklerle güncellenmektedir, böylece bilmediğiniz diğer kelimelerin anlamlarını İngilizce içinde arayabilirsiniz.

İngilizce hakkında bilginiz var mı

İngilizce, İngiltere'ye göç eden ve 1400 yılı aşkın bir süre içinde gelişen Germen kabilelerinden gelmektedir. İngilizce, Çince ve İspanyolca'dan sonra dünyada en çok konuşulan üçüncü dildir. En çok öğrenilen ikinci dildir. ve yaklaşık 60 egemen ülkenin resmi dilidir.Bu dil, ikinci ve yabancı dil olarak anadili konuşanlardan daha fazla sayıda konuşmacıya sahiptir.İngilizce aynı zamanda Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve diğer birçok uluslararası kuruluşun ortak resmi dilidir. ve bölgesel organizasyonlar. Günümüzde dünyanın her yerindeki İngilizce konuşanlar nispeten kolaylıkla iletişim kurabiliyor.