İngilizce içindeki lines ne anlama geliyor?
İngilizce'deki lines kelimesinin anlamı nedir? Makale, tam anlamını, telaffuzunu ve iki dilli örneklerle birlikte lines'ün İngilizce'te nasıl kullanılacağına ilişkin talimatları açıklamaktadır.
İngilizce içindeki lines kelimesi çizgi, doğru, sıra, satır, hat, hat, kırışıklık, buruşukluk, ürün yelpazesi, sıra, kuyruk, satır, sınır çizgisi, kalın ip, sicim, hat, olta, çamaşır ipi, ip, boru, kısa mesaj, silsile, yön, istikamet, sülale, tavlama lafı, çizgi, savunma hattı, saf, işletme müdürü, faaliyetler müdürü, seri üretim hattı, yalan, çizgi, replik, ray, replikler, sıraya girmek, sert atış atmak, çizgi çizmek, (içini) kaplamak, kaplamak, sıraya dizmek, hizalamak, hizalanmak, hizaya gelmek, sıraya girmek, ayarlamak, montaj hattı, sınır/hudut çizgisi, sınır boyu, sınır çizgisi, sözün özü, kar-zarar hanesi, yemek kuyruğu, otobüs şirketi, otobüs hattı, yazarın adının yazılı olduğu satır, çamaşır ipi, ırk ayrımı, ayrımcılık, ara hattı, noktalı çizgi, gelecekte, ileride, sıradaki kişiye/kişilere, set çekmek, mesaj atmak, fay hattı, ince çizgi, bitiş çizgisi, olta, balık oltası, cephe, ön saf, sıraya girmek, sırasını beklemek, internete girmek, yardım hattı, danışma hattı, yardım hattı, kırmızı hat, kontrol altında, tek sıra, uygun olmak, sırada olmak, sırada olmak, açık söylemek, açık konuşmak, kayış, tasma kayışı, cankurtaran halatı, yardım eli, hayat çizgisi, faaliyet yöneticisi, iş kolu, kredi çerçevesi, kredi sınırı, kredi limiti, ateş hattı, ateş hattı, görüş hattı, tahta çıkma sırası, görüş hattı, iş hattı, hizalamak, sert atış, (zanlıların görgü tanığı tarafından teşhisi için yapılan) kimlik kontrolu sırası, (sanatçıların) sahne alma sırası, (etkinlik, vb.) program, oyuncular, sıradaki kişi, varis, çevrimdışı, çevrimdışı, internette, çevrimiçi, internetteki, uygunsuz, uygunsuz, uygunsuz bir biçimde, yoksulluk sınırı, fakirlik sınırı, elektrik hattı, ürün yelpazesi, can alıcı yer, can alıcı nokta, kuyruğa girmek, sıraya girmek, tekerlekli patenle kayma, kıyı şeridi, sahil şeridi, paraşüt ipi, binaların ufuktaki silueti, siluet, ufuk, ufuk çizgisi, sırada beklemek, ana konu, slogan, yolun sonu, yolun sonu, tarih cetveli, oluş sırası, kurallara uymak, trol, su seviyesi işareti, su yükseklik çizgisi, halatla tepeden aşağıya iniş anlamına gelir. Daha fazla bilgi için lütfen aşağıdaki ayrıntılara bakın.
lines kelimesinin anlamı
çizginoun (drawn mark) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) He drew a curved line on the paper to show the shape. Şekli göstermek için kağıda eğri bir çizgi çizdi. |
doğrunoun (mathematics: continuous extent) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Plot the straight line and the circle on the same graph. |
sıranoun (row) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) He planted a line of potatoes in the garden. |
satırnoun (row of letters) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The paragraph takes up ten lines in the book. |
hatnoun (rail: between two points) (tren) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The local metro has two lines; Red and Green. |
hatnoun (company: shipping, bus) (vapur, otobüs, vb.) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) This bus line goes to many towns. Bu otobüs hattı pek çok kasabadan geçmektedir. |
kırışıklık, buruşukluknoun (wrinkle) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The lines on her face have increased with age. |
ürün yelpazesinoun (business: group of products) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The company has a product line of mobile phones for consumers. Şirketin ürün yelpazesinde cep telefonları da bulunmaktadır. |
sıra, kuyruknoun (US (queue of waiting people, vehicles) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The line for tickets was too long, so we went somewhere else. |
satırnoun (song) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The verse has four lines and the chorus has two. ⓘBu cümle, İngilizce cümlenin çevirisi değildir. Bu şiirde kaç satır var? |
sınır çizgisinoun (limit, frontier) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The line between North and South Korea is heavily militarized. |
kalın ip, sicimnoun (thick cord) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) I need a thick line to tie up this box. |
hatnoun (telephone) (telefon) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The line got disconnected and I called her back. Konuşurken hat kesildiği için onu tekrar aradı. |
oltanoun (fishing cord) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) He tossed the line to the deepest part of the river, trying to catch a fish. |
çamaşır ipi, ipnoun (clothesline) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) She hung the clothes on the line to dry. Çamaşırları kurumaları için ipe astı. |
borunoun (pipes) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The sewage line got blocked and overflowed. |
kısa mesajnoun (informal (short message) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Drop me a line on Tuesday and we can talk about it then. |
silsilenoun (thought, policy) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) His line of thought is consistent with that of the religious authorities. |
yön, istikametnoun (route, direction) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Follow the line of the mountains and you will get to the town. |
sülalenoun (beings with common ancestry) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) This line of kings dates back to the fourteenth century. |
tavlama lafınoun (slang (prepared excuse) (karşı cinsi) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) He tried to pick her up with the old line: "Have we met before?" |
çizginoun (often plural (contour, design) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The new car was admired for its beautiful curved lines. |
savunma hattınoun (military: fortifications) (askeri) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The three lines of defence against the enemy didn't stop them. |
safnoun (often plural (military: position) (askeri) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The youngest soldiers often end up on the front lines of the war. |
işletme müdürü, faaliyetler müdürünoun (business: operations managers) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) I will ask my line manager for her advice before talking to the boss. |
seri üretim hattınoun (business: assembly line) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The assembly line runs twenty-four hours a day, seven days a week. |
yalannoun (informal (lie) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) She fed me some line about the dog eating her homework. |
çizginoun (American football) (spor) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) He plays on the offensive line, and protects the quarterback. |
repliknoun (actor: text to speak) (tiyatro, vb.) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) She kept forgetting the line she was supposed to say before her exit. |
raynoun (railway: track) (tren) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) A fallen tree on the line has delayed trains running between London and Manchester. |
repliklerplural noun (actor's words) (çoğul isim: Birden fazla varlığı ya da kavramı ifade eder.) The actor lost his job because he couldn't remember his lines in the movie. |
sıraya girmekintransitive verb (take position) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) Please line up here and we will see you one at a time. |
sert atış atmaktransitive verb (baseball: hit a line drive) (beysbol) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) He lined the ball to center field and got to first base. |
çizgi çizmektransitive verb (mark with lines) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The teacher told the pupils to line their blank sheets of paper before writing on them. Öğretmen öğrencilerinden, önlerindeki kağıda yazı yazmadan önce çizgi çizmelerini istedi. |
(içini) kaplamaktransitive verb (add lining) (bir şeyin) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Sophie lined the inside of the box with paper to protect the contents. Line your baking tin with greaseproof paper, so the cake won't stick. İçindeki eşyalara zarar gelmemesi için kutunun içini kağıtla kapladı. |
kaplamaktransitive verb (be lining) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The paper lined the sides of the box. |
sıraya dizmekphrasal verb, transitive, separable (arrange in a row) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The teacher lined up all her students before taking them out to recess. |
hizalamakphrasal verb, transitive, separable (align) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Please line up the pictures on the wall so they are all straight. |
hizalanmakphrasal verb, intransitive (be aligned) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Tomorrow, Jupiter, Saturn and Mars will line up in the evening sky. |
hizaya gelmek(be aligned with [sth]) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The two holes did not line up with each other, so I could not insert the bolt. |
sıraya girmekphrasal verb, intransitive (form a queue) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) People lined up in front of the box office to buy tickets for the show. |
ayarlamakphrasal verb, transitive, separable (figurative (schedule, arrange) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I've lined up a lot of activities for us this week. |
montaj hattınoun (factory system, production line) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) He had worked on the assembly line all his life. |
sınır/hudut çizgisi, sınır boyunoun (line marking a boundary) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) They crossed the borderline into Canada around sunset. |
sınır çizgisinoun (figurative (line dividing two things) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The borderline between optimism and idealism is a hard one to draw. |
sözün özünoun (figurative, informal (crucial fact) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The bottom line is you cannot be late for work anymore. |
kar-zarar hanesinoun (figurative, informal (business: profit, loss) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Subtract a company's expenses from its revenue to find its bottom line. |
yemek kuyruğunoun (queue for charity handouts) (yoksulların) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Dozens of hungry people, many of them homeless, were waiting in the breadline. |
otobüs şirketinoun (company that runs buses) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The bus line operates 15 buses and employs 18 drivers. |
otobüs hattınoun (itinerary of a city bus) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) This bus line goes past the hospital and the railway station. The bus route was changed due to road construction. |
yazarın adının yazılı olduğu satırnoun (journalism: line with author's name) (gazetecilik) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The news site has spelt this journalist's name wrong in the byline. |
çamaşır ipinoun (cord for hanging laundry to dry) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Rav pegged his shirts out on the clothesline. |
ırk ayrımı, ayrımcılıknoun (separation by skin color) (özellikle zencilere karşı yapılan) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) |
ara hattınoun (figurative (distinction) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The dividing line between genius and madness is thin indeed. |
noktalı çizginoun (line of dots on a document) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) |
gelecekte, ilerideexpression (figurative, informal (in the future) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) |
sıradaki kişiye/kişilereexpression (to the next person or people) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) |
set çekmekverbal expression (figurative, informal (set a limit or restriction) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I went out for a few beers, but I drew the line at doing shots. |
mesaj atmakverbal expression (informal (send a message) (gayri resmi) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I should drop a line to my brother because I haven't written him in a long time. |
fay hattınoun (geology: crack in the earth) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Built on a fault line, the city of Ephesus was destroyed by earthquakes. |
ince çizginoun (figurative (little distinction) (iki şey arasındaki) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) There's a fine line between genius and insanity. |
bitiş çizgisinoun (race: end point) (yarış) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Only twelve runners crossed the finishing line. |
olta, balık oltasınoun (cord used to catch fish) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The bass was so huge it broke my fishing line and got away. |
cephenoun (battlefront in a war) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The soldiers' legs trembled when they heard they would be sent to the front line. For many years, female soldiers were not allowed on the front lines. |
ön safnoun (figurative (forefront of a field of endeavor) (mecazlı) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The researchers at this university are on the frontline of medical research. |
sıraya girmekverbal expression (join a queue) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) We all got in line for the roller-coaster. |
sırasını beklemekverbal expression (figurative (wait your turn) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) You want to take your revenge on him? You'll have to get in line! |
internete girmek(connect to internet) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) |
yardım hattınoun (phone service offering support) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) If you are unsatisfied with this product, please call our helpline, open 24 hours a day. |
danışma hattınoun (direct phone connection) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The company runs a free hotline for customers to call at any time, day or night. |
yardım hattınoun (phone service: personal problems) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) My neighbor answers calls on a suicide hotline. |
kırmızı hatnoun (between government heads) (devlet başkanları arasında) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The president got on the hotline to Moscow to discuss several emergency measures. |
kontrol altındaadverb (figurative (under control) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) It's hard work keeping a class of 5-year olds in line. The team members were unruly, but the new coach soon got them in line. |
tek sıraadjective (skates) (tekerlekli paten) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Inline roller skates are good for skating outdoors. |
uygun olmakverbal expression (figurative (correspond to) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Our operating procedures are in line with state requirements. |
sırada olmakverbal expression (be expected or entitled to get) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Carrie is in line for the job, since she has worked here longer than anyone else in the team. |
sırada olmakverbal expression (be expected to do) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Prince William is in line to succeed his father to the throne. |
açık söylemek, açık konuşmakverbal expression (figurative, informal (speak frankly) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The CEO laid it on the line: "The business needs to reform or it will face dire consequences." |
kayış, tasma kayışınoun (horse: rope for leading) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The rider attached the lead to the horse's halter. |
cankurtaran halatınoun (rope used in sea rescues) (denizcilik) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The ship's captain threw a lifeline to the passenger who had fallen overboard. |
yardım elinoun (figurative (means or source of support) (mecazlı) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) This road is the town's lifeline and must be kept open despite the snow. |
hayat çizgisinoun (palmistry: line on hand) (avuç) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The life line is the most important line on your hand. |
faaliyet yöneticisinoun (immediate supervisor) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Chris will be your line manager on this project. |
iş kolunoun (profession, trade: field) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) In his line of business it is customary to pay in cash only. The company is going to eliminate the two lines of business that are not performing well. |
kredi çerçevesi, kredi sınırı, kredi limitinoun (customer's maximum credit) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) I have a thousand dollar line of credit with that store, so I will buy a new sofa today. I opened a line of credit at the bank to use in case of emergencies. |
ateş hattınoun (path of a bullet) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) They are sending that soldier forward in the battle, where he will be in the direct line of fire. |
ateş hattınoun (figurative (vulnerable position) (mecazlı) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The president of the company is in the line of fire of shareholders' crticisms. |
görüş hattınoun (straight line of view) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) He bent over to stay out of his pursuer's line of sight. |
tahta çıkma sırasınoun (order in which people succeed to vacated office) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Generally, the oldest prince is first in the line of succession for the throne. The vice-president is highest in the line of succession for the office of president. |
görüş hattınoun (line from eye to focal point) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The car came from outside my line of vision and crashed into the side of our car. |
iş hattınoun (profession, trade: field) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Police officers regularly have to deal with danger in their line of work. |
hizalamakverbal expression (align) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) When using the cutter, line your paper up with the guideline. |
sert atışnoun (colloquial (baseball hit) (beysbol) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The batter hit a liner in the second inning. |
(zanlıların görgü tanığı tarafından teşhisi için yapılan) kimlik kontrolu sırasınoun (suspects: identity parade) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The store owner identified his assailant in a police lineup. |
(sanatçıların) sahne alma sırasınoun (acts billed for a show) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) There is a great line-up for this year's festival, including many famous stars. |
(etkinlik, vb.) programnoun (schedule of events) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The festival's lineup will be published this week. |
oyuncularnoun (sport: participants) (spor) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The fans objected to the team's lineup; it was missing the best player! |
sıradaki kişinoun (person: front of queue) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The immigration officer called for the next in line to step forward. |
varisnoun (figurative (expected successor: to [sth]) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Prince Charles is next in line to the throne. |
çevrimdışıadverb (computing: while not connected) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) I was chatting to Harry when he suddenly went offline. |
çevrimdışıadjective (computing: not connected) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) When I work, I have no use for an offline computer. |
internetteadverb (connected to internet) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) More and more people are starting to shop online. |
çevrimiçiadjective (connected to internet) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Sharon downloaded the album so that she wouldn't have to be online to listen to it. |
internettekiadjective (found on the internet) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) You can try the online support. |
uygunsuzadjective (figurative, informal (comment: unacceptable) (söz, yorum) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) |
uygunsuzadjective (figurative, informal (person: behaving unacceptably) (davranış) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) |
uygunsuz bir biçimdeadverb (figurative, informal (unacceptably) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) |
yoksulluk sınırı, fakirlik sınırınoun (income level) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) |
elektrik hattınoun (electricity supply cable) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) When lightning struck a nearby power line, our neighbourhood suffered a blackout for several days. Hundreds of homes were without electricity last night after a storm took down power lines. |
ürün yelpazesinoun (range of goods) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) We are currently making extensive changes to our product lines. CoverGirl have expanded their product line with a new long-lasting lipstick. |
can alıcı yer, can alıcı noktanoun (tagline of a joke) (espri, şaka) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) He was terrible at telling jokes because he always forgot the punchline. |
kuyruğa girmek, sıraya girmekintransitive verb (UK (wait in a line of people, vehicles) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) People were queuing outside the shop at 5 am on the day of the sale. |
tekerlekli patenle kaymanoun (skating on rollerblades) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Rollerblading is a fun way to exercise. |
kıyı şeridi, sahil şeridinoun (water's edge) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Two turtles sunned themselves on the shoreline. |
paraşüt ipinoun (parachute rope) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Shroud is sold by the spool. |
binaların ufuktaki silueti, siluetnoun (silhouette of buildings) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The skyline of the city was impressive at night. |
ufuk, ufuk çizgisinoun (horizon) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) A dark figure appeared on the skyline. |
sırada beklemekverbal expression (queue) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The group had to stand in line to be served. |
ana konunoun (fiction: plot, story) (roman, vb.) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) I found the storyline of “War and Peace” really difficult to follow. |
slogannoun (punchline, slogan) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) “Where's the beef?” was a famous tagline of the 1980s. |
yolun sonunoun (last stop of train or bus) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The conductor announced the end of the line so we got off the train. After the bus reaches the end of the line, you'll have to walk a little bit. |
yolun sonunoun (figurative (point [sth] ceases to exist) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Jim's patience finally reached the end of the line. |
tarih cetvelinoun (literal (line showing order of events) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) This timeline of the Tudor period starts in 1485. |
oluş sırasınoun (figurative (sequence of actions) (mecazlı) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) |
kurallara uymakverbal expression (figurative (conform) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The boss told the new employee that he would do well as long as he toed the line. |
trolnoun (long fishing line) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The boys helped their fathers by attaching hooks to the trawls. |
su seviyesi işareti, su yükseklik çizgisinoun (mark of water level) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The flood had left a watermark on the wall. |
halatla tepeden aşağıya inişnoun (rope slide) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) I've always wanted to ride a zip-line high up in the trees. |
İngilizce öğrenelim
Artık lines'ün İngilizce içindeki anlamı hakkında daha fazla bilgi sahibi olduğunuza göre, seçilen örnekler aracılığıyla bunların nasıl kullanılacağını ve nasıl yapılacağını öğrenebilirsiniz. onları okuyun. Ve önerdiğimiz ilgili kelimeleri öğrenmeyi unutmayın. Web sitemiz sürekli olarak yeni kelimeler ve yeni örneklerle güncellenmektedir, böylece bilmediğiniz diğer kelimelerin anlamlarını İngilizce içinde arayabilirsiniz.
lines ile ilgili kelimeler
İngilizce sözcükleri güncellendi
İngilizce hakkında bilginiz var mı
İngilizce, İngiltere'ye göç eden ve 1400 yılı aşkın bir süre içinde gelişen Germen kabilelerinden gelmektedir. İngilizce, Çince ve İspanyolca'dan sonra dünyada en çok konuşulan üçüncü dildir. En çok öğrenilen ikinci dildir. ve yaklaşık 60 egemen ülkenin resmi dilidir.Bu dil, ikinci ve yabancı dil olarak anadili konuşanlardan daha fazla sayıda konuşmacıya sahiptir.İngilizce aynı zamanda Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve diğer birçok uluslararası kuruluşun ortak resmi dilidir. ve bölgesel organizasyonlar. Günümüzde dünyanın her yerindeki İngilizce konuşanlar nispeten kolaylıkla iletişim kurabiliyor.